Saturday, July 25, 2009

Taşındık!


Buradan.

+18... Küfür içerir, hem de bir "bağyandan" küfürler içerir

Hani, tamamen atıyorum, bir adamla deyte çıksam, her şey mükemmel olsa filan... anında adamdan vazgeçmene sebep olacak şey ne olur deseler, cevabım hazır. Adam şu lafı ederse, ossat kendisini aday listemden çıkarırım bak, demedi demeyin. Laf ne derseniz şu:

"Bayanların küfretmesinden hoşlanmam."

Veya hadi, listeden çıkarmasam da, o dakikadan itibaren küfür kullanmaya özen gösteririm ki, adam beni çıkarsın listesinden ya da en azından, neye bulaştığını bilsin.

Ne demek len bayanların küfretmesinden hoşlanmam?

De ki bana, küfür sevmem. eyvallah, tamam, ne diyelim. Yadırgarım biraz ama yapacak bir şey yok, bir seçim derim, nazik bir insan derim, benim kadar seviyesiz diil derim filan. Hee ama dersen ki, "küfür ben ederim de baaağyanlar etmesin" ben de sana derim ki bi siktir git.

Neden bayanlar içmez, kokmaz, bulaşmaz, terlemez, küfretmez, pespembe peri kızları olmak zorunda ki? hayır, içinde yaşadığın dünya sana küfrettiriyorsa, helllooooo, ben de ordayım. senin sinirlerin laçka da benimkiler çelikten mi, hı?



Bak mesela bir gün bir meyhaneye gittik, arkadaşlarla buluşmaya. Onlar bir grup erkek, biz de 2 kız. Meyhanede bunlar maç seyrediyolar, bi de bi grup daha var, bildigin mahallenin gençleri kıvamında. Biz girdik, oturduk, bizimkiler gülmekten ölüyo. Noluyo be dedik. Meğer biz gelmeden önce en yakası açılmadık küfürleri eden mahallenin gençleri, bizim içeri girmemizle sus pus olmuşlar, kasılmaktan ölücekler. Neyse biz de kalktık, gidelim bari dedik, giderken çocuklardan biri teşekkür etti yahu!

Bağyanların önünde küfür etmicez diye bu işkenceye razısınız demek ha? Niye yahu? Bağyanlar gerizekalı mı, küfür duyunca korkacaklar mı? Neden sürekli korunmamız, pamuklara sarılmamız gerekiyor bizim? Saygı ise mevzu, e orada bi takım tanımadığın adamlar vardı, onlara saygı nerede?

He işte tam bu noktada, hemcinslerime de kızıyorum zaten. Nedir sürekli bu pamuk prenses ayaklarımız yahu? Hayat öyle bir şey değil ki? Hayat bazen güzelse de çoğu zaman pis, çirkin, hayat göt, hayat bok, acıklı, acımasız, kahpe. Yalan mı yahu? Hangimiz masal dünyasındayız ki küfür edilince dünyamız kararıyor? Veya internette bir çıplak adam görünce ne oluyor bize, incilerimiz mi dökülüyor?

Heyhat... Dünya çifte standart dünyası.

Bak tamamen atıyorum, kadın olsun, erkek olsun kimsenin çıplak kadına bi garezi yok mesela. Aaa pardon var, "pornografik olmamak kaydıyla" diyoruz. gel gör ki mesela filmlerde kadın full frontal genelde serbest, kimse çok iplemez de, erkek olunca yooook, orda duur, filmin başka hiçir şeyinden bahsedilmez. Neden? Herhalde erkek vücudu daha pornografik bulunuyor olmalı ya da yine, kadınlar korkacak, tertemiz, kelebekli dünyaları kirlenecek diye olsa gerek. İyi de o zaman kardeşim, alın kadını, biblo diye koyun dursun, sevişip de öyle pis pis şeyler de yapmayın, allah allah yani?

Bak yine örnek vereyim, Shortbus diye bi film seyrettim, taam mı? Filmde bir kimin eli, kimin cebinde teması hakim. E tabi, pipiydi, kukuydu gırla gidiyor. Zaten açılış sahnesi bile bir adamın kendi kendine oral seks yapmayı denemesiyle başlıyor. E tabii ne oldu, 5. dakikada herkes kaçtı. Tersi olsa kaçmazdınız ama?



Ulen ne acaip iş... Bir fiş, bir priz... Dünyayı döndürüyor sittin senedir. Bu küfür mevzusundan yine nasıl buraya geldin diyeceksiniz. Gelirim çünkü küfürlerin de çoğu cinsel içerikli. Mevzu da zaten bu bence, ne olacagdı? Kadınların, tıpkı 5 yaşında bir çocuk gibi, cinselliği "leylekler getirdi" düzeyinde bilmeleri gerektiği düşünüldüğünden yani bana sorarsan.

Yani misal erkekler kadınların yanında "bok, sıçayım, sıçtığımın" gibi küfürleri nispeten daha çok sarfeder de siksoklulardan imtina eder çoğunlukla. Halbuki bana sorsan, "ağzına sıçayım" daha ağır lan, "siktir git" küfründen. Ulen düşünsene, birinde ağzın bok doluyo, daha kötü bir şey olabilir mi? Öbürü ise o kadar da kötü olmayabilir bir sürü insan için, ne de olsa sevişme eyleminden bahsediliyor, e bu da bir sürü insan için hoş bi şey, yalan mı? Gerçi bok düzeyinde bile, lafı eden bi kadın olunca, bazılarının sinirine dokunuyo: "Küfür edildi. Hem de bir bagyan küfrettiiiiii!" Oh may gad beybi.

Diyecekler ki "ama ama orospu filan demek, kadına saygısızlık!" eh yani, küfrü o kadar literel alsaydık, yukarıda da dediğim gibi, dünyanın en büyük küfrü "sıçtığım bok" olurdu ona bakarsan. Zaten ben buna çok gülüyorum, birileri ana avrat düz gidiyor, karşı taraf bana ne küfür ediyon diye değil, olaydaki saygısızlığa değil, anasına bacısına düz gidliyor diye kızıyor: "Ne anama laf ediyon laaa, böhühühühü." Al işte yine aynı şey, yine o kadınları koruyalım kampanyası, salak saçma şövalyelik ruhu. Zaten ana avrat düz gitmenin içinde de o var, o en korunan şeye, kadına zarar verecek olma iması, o yüzden kanlarına dokunuyor bence bu küfür. Tam da bu yüzden, şahsen çok bayıldığım bir stil değil, ana avrat olayı.

Yine de küfrü bu kadar literel almamak gerek. Bu kadar alerjik olmamak gerek. Yani adam ayağını sehpaya çarpıp, sehpanın anasına sövüyosa, "hee ama kadın hakları var bikbikbik, ne diyosun sen" gerginliği de bana biraz kasıntı geliyor, ne yalan söyleyeyim. Kadın haklarından bahsedeceksek, ben "kadınlar niye 'sıçtığımın bilmenesi' diyemeyecekmiş layyn" konusunda vermeyi tercih ederim savaşı.



Özetle, hayata, objelere ve durumlara yeri gelir küfür edersin, iyidir, hoştur, deşarj sağlar. Bir şartla tabii. Kişilere hitaben küfretmeyeceksin. Hele ki böyle fikir paylaşılan, tartışılan sosyal platformlarda filan, "ibnenin evladı, siktir git" yaklaşımı ile bir yere varmak zor. Vardığın yer ancak bir fikrinin olmadığını cümle aleme göstermek olur. Küfür edeyim derken, aptal durumuna düşen sen olursun.

Amaaaa... "Ha siktiiiir! cüzdanı evde unuttuk!" cümlesindeki "ha siktir"in keyfini de başka hiç bi şey vermez. O yüzden bırakınız kadınlar, bağyanlar da bu keyfi yaşasın yahu.

Kasmayın, kasılmayın, siktir edin.

Thursday, July 16, 2009

Sosyal medya, boşol boşol boşol!

İlişkiler değişken şeyler... Yani tamamen atıyorum ama bir ilişkinin 1. günüyle 1501. günü aynı değil. kendi içlerinde bir döngüleri var tabii.

Bunu mesela kısaca ve gayet klişece özetlemek gerekirse:

- flört: heyecan dorukta, arayacak mı aramayacak mı fazı, nasıl biri tam bilemediğin, biraz meçhul, gizemli dönem

- cicim ayları: heyecan tam gaz, yavaş yavaş tanımaya çalışma, sorular, sürekli birlikte olmak istemeler, gizem azalsa da hala devam etmekte, kavga pek yok, bir alttan almalar filan

- oturtma dönemi: heyecan inişte, tanıma çabaları tam gaz. kavgalar da ufaktan başlamış gibi. cinsel hayat rutine bağlamak üzere, ilişkimiz oturmakta. beraber geçirilen zamanlar güzel de, arada arkadaşlarla mı takılsak ayrı ayrı?

- post-oturtma dönemi: tamam artık iyice normalize olduk,kavgamızı da ağız tadıyla edelim öyle ya. gösterilen özen azalır, erkekler traşsız, kadınlar makyajsız, sık sık kız kıza ya da erkek erkeğe çıkmalar. sokaktan güzel bi kadın / erkek mi geçti ney?

- acaba dönemi: kritik bir dönem, ilişkide dönüm noktalarının başlangıcı, acaba sorusunun bir lanet gibi yükselişi, kavgaların artışı. sokaktan birden fazla güzel kadın / adam mı geçti ney? üstelik şu sağdaki de gülümsüyor galiba.

- ortalık toz duman dönemi: mutsuzluk başladı, aşk inişte, heyecan bitti, kavgalar desen son sürat. güzel kızlar / adamlar sokaktan geçmiyor, biz o sokağa gidiyoruz.

- son nokta: eh bu da ya ayrılık ya evliliktir zaten. her halukarda kavgaların bitişi, bir sukunet, bir tevekkül diyebiliriz kendisine. iki opsiyon var, sokağa saldıray abi misali saldırmak ya da amaaan geçiyorlar da bana mı geçiyorlr boşvermişliği.



şimdi bunlar klişe de olsa bildiğimiz şeyler. benim varmak istediğim nokta ise bu ilişki fazlarının sosyal medya ile olan benzerliği.

misal bakınız, tamamen atıyorum, ben. her tür sosyal medya ile bu dönemeçlerden geçtim.

mirc vardı, cicim ayı iyiydi, başka bir şey yapamazdım, sabah akşam chat'teydim, hep onunla olmak isterdim. sonra tanıma evresinde, tanıdık, yürümedi.

feysbuk? benim için evlilikle sonuçlandı. o tevekkül içerisindeyim kendisine karşı. işten eve gelir gibi, her akşam uğruyorum oraya. ama bir özen, bir çabam yok artık. üstelik de kendisini mütemadiyen aldatmaktayım, hayır bi de utanmadan, o da bunu biliyor, kabullendi artık, aldattığım sitelere link veriyor filan.

twitter desen, elektriğimiz tutmadı, flörtü geçemedik.

ekşi sözlük, espriliydi, komikti eskiden, güzeldi. hala arkadaşız ama ilişkimiz bitti, yürümedi. sinirlenince çok agresifleşiyordu çünkü kendisi.

yutub hayatımın aşkıydı, cicim aylarında, aileler bizi ayırınca tadı damağımda kaldı, içimde bir ukte oldu. kavuşamazsın adı sevda olur derler ya, ahan da o işte, yerini hiçbir site dolduramadı, eskimedi hiç.

linkedin bana göre fazla corporate animal kaçtı, hani yakışıklı diye bir iki denedim ama ı-ıh, elektrik yok, yürümedi. öyle sıkıcı bir deyt oldu kaldı.

blogger ve wordpress var bi de. onlarla mantık evliliği yaptım. kurcalamıyorum fazla, onlar da bana bulaşmıyor. işimi görüyorlar. toplum içinde mutlu bir insan tiplemesi çizmeme yardımcı oluyorlar. bi problemimiz yok, böyle devam eder bu iş, eğer ki a.o bizi ayırmaya yeltenmezse.

friendfeed? hmmm... kendisi hala devam eden ve sanırım en uzun ilişkim. seviyeli bir beraberliğimiz vardı başlarda. hele hele ilk başlarda, bi heyecan filan... sürekli oradaydım, pozitivite akıyordu üstümden. aman kavgalara girmeyeyim, aman alttan alayım, aman herkese abone olayım, herkesi seveyim gibi bir moddaydım. oturtma dönemi de iyiydi, birbirimizi besliyorduk, yeni şeyler öğretiyorduk filan. ama sonra ne oldu, yavaş yavaş batmaya başladı ff. ufaktan bir acabalar, bi fenalık basmalar...

şu anda nerde miyim? bence şu an gözümün açıldığı, başka arayışların başladığı, çiftler terapisi sezonundayım. biraz ara mı versek ne modundayım. ortalık toz duman dönemindeyim. ne imlama dikkat ediyorum, ne kavga etmemeye, ne bişey. tahammülsüzlük başladı karşılıklı, en ufak laftan cıngar çıkabiliyor. yok sigaran batıyor bana, yok karıya kıza bakman batıyor, yok bilmem ne... henüz o boşvermişliğe de erişemediğimden sinirlerimi yerinden zıplatıyor, üzüyor beni ff. zerre kadar güvenim yok kendisine. sevmiyorum da artık, onu da biliyorum ama vazgeçemiyorum henüz, yemiyor. sonumuzun iyi olmayacağını biliyorum da ayrılığı geciktiriyorum işte. benden daha uzun süredir kendisiyle birlikte olan fırat'cığım ise "eeeh yeter be" diyip, boşadı bile ff'yi. sanki benim için de o nokta geliyor gibi...



ff'den ayrılınca ne gelecek, henüz bir adayım yok. boşta mı kalacağım yani? belki de. belki de bu bağımlı, kangren olmuş ilişkiden kurtulmak için kesip atmak, bir süre kafa dinlemek en iyisi. ama işte her bağımlılık bir kaçış aslında, bizlerin de kaçtığı bir şeyler var ki bu bokluğa rağmen buralardayız hala.

haa ama ff, tüm bunları anlayacak duyarlılığa ve empati yeteneğine sahip mi, değil. bu insanların bir takım sıkıntıları, sorunları var, der mi? demez. seni ağlatana kadar ağzına sıçar mı, sıçar, bundan da garip bir haz alır mı, alır. varsa yoksa kavga, varsa yoksa aşağılama. üstelik arkadaşlarını bile sana karşı doldurur, sana karşı çevirir. senin o kaçmak istediğin şeye dönüşür işte ff de. kaçmak istediğin şeye, hayatın ta kendisine.

sanalı da gerçeği de aynı bok be fıratcım, ne yapacaksın.

Tuesday, July 7, 2009

Hepimiz özümüzde sanal değil miyiz şurada?

Daha önce de bahsetmiştim, küçükken hep hüsranla sonuçlanan günlük denemelerimde, bir türlü rahat yazamazdım. Ya biri okursa kazayla diye günlüğe bile şifreli yazardım ya da okununca problem olabilecek şeyleri yazmazdım.

Psikopatça tabii, günlüğün lan o senin. Okumaması lazım kimsenin. Evet de, ya okurlarsa? Heh işte o yüzden sanırım bir türlü ısınamadım günlük işine. Gerçi tabii serde maymun iştahlılık da vardı, sıkıldım da biraz.

Sonra günümüz geldi, günümüzün günlüğü bloglar girdi hayatımıza. Onlara da yazamadım bir süre. Zor geldi kendimi paylaşmak. Neyse ki sonra blogların illa ki kişisel olmak zorunda olmadığını anladım da, madde bağımlısı işine girdim birkaç arkadaşlan. Hala ama yazarken dikkat ederim, kişisel yazamam çok fazla, ya eski bi sevgili okunur da üstüne alınırsa, ya bilmemkim okur da kırılırsa, ya şöyle olursa, ya böyle olursa diye. Hani yani düşüncelerimi aktarırım da, hayatımı aktarmam.

İşte o yüzden nikle yazanları çok iyi anlıyorum. Bir kere tanınmamak bir yazara büyük özgürlük sağlıyor, o inhibition denen naneden kurtulmak yaratıcı meyve sularını fokurdatıyor. Sonra dedim ya boş paranoyalardan uzakta oluyorsun, rahat rahat gönlünce yazabiliyosun. İster aileni çekiştir, ister adamlara bok at, istersen de her tür macerana gir. Ohhhh sefan olsun.



Ben de kişisel yazmak istesem, nik kullanmak isterim açıkçası. Yoksa böyle suya sabuna dokunmayan şeyler yazmam gerekir. E ben eski sevgiliye, yenisine, küstüğüm arkadaşa, küsmediğim ama kızdığım arkadaşa saydıramayacaksam doyasıya, ne anladım o günlükten. Kendime çok tanınmayacak bir uslup geliştirebilirsem, açacam valla bir anonymous blog, içimi dökücem. Sonra da kıs kıs gülücem "feyksin sen feyk feyk feyk!" suçlamaları geldiğinde.

Yalnız bi dakkaa... IP'den bulurlar mı kim olduğumu acaba? Bunu bi çözmem lazım. Ahahahah.

Hayır bi de arkadaşım, memleket Türkiye. Hangi babayiğit kadın adıyla sanıyla bi blog açıp, sevişme maceralarını anlatabilir? Ya da şöyle sorayım, en alakasız bloglara bile "sevişme" anahtar sözcüğüyle gelen insanların diyarında, bir kadın neden gözü dönmüş, ağzı tükürüklü abazaların kapısına dayanma riskini göze alsın? Ya da onlar olmasa, "orosssspppppppppuuuuuuu!" tayfası var. Niye muhatap olsun canım bi insan bunlarla, sırf nasıl seviştiğini anlattı diye. Sanki de İtalya'dayız, hepimiz Melissa P.'yiz anasını satayım. Lan rezil etmeden bırakırlar mı o kadını bu alemde? Hadi bir dürüst olalım.

Yani tamamen atıyorum, meşhur kadınlar bile kalkıp TV'de "heee seviştik, ne vardı y.rraam" diyemiyo, öyle ya. Sürekli bi özür dileme hali, bi böyle "seviştim ama evlenicez sanmıştım, yani aslında yoksa sevişmezdim, yo yooo aslaaaa" türü muhabbetler. Hadi leeeen! Ama işte diyorum size, burası Türkiye. Biz TV seyrederiz, o futbolcu bu mankenden ayrılıp, şununla çıkmaya başladı derler televolelerde. Biz kesinlikle işin içinde seks var diye düşünmeyiz, bu bize açıkça söylensin istemeyiz, söylenecekse de adam söylesin, kadın bekaret raporuyla çıksın ortaya falan isteriz. Çünkü biz bu futbolcu ve bu manken evde oturup, dividi falan seyrediyo, hadi bilemedin sürtünme yoluyla yüzeysel lise sevişmeleri yaşıyo sanmak isteriz. Böyle de saf, böyle de temiz, böyle de iki yüzlü bir toplumuz işte.



He bi de şu var, istediğin kadar modern ol, senin baban hayatta ise ve kendisini kalpten götürmek istemiyosan, adamcağıza pozisyon detayı vermezsin abicim. Pornocuların babaları herhalde her gün 8 tane Valium içiyor diye düşünüyorum zira bi kız babası, isterse deli gibi açık fikirli olsun, sevgili kızının sevişme detaylarını okumamalı. Yazık lan adamlara.

He neden bunları söylüyorum. Almış yürümüş bi feyk tartışması, nikli yazarlara bi ırkçılık, bi faşizanlık. Nedir kuzum bu insanların derdi nikli yazarlarla? Yok sen feyksin filan. Kardeşim nesi feyk? Yazıyo mu yazıyo, nasıl feyk oluyo? Sanki de yazan insan diil, bot. Ulen nası feyk, bi insan var başında, yazıyo. Baya baya gerçek işte.

Üstelik sanal ortamda hepimiz feyk değil miyiz? Yani şimdi ben iş ortamında göt karının teki olsam, ama bloglarda prenses periyi, sevgi kelebeğini oynasam kim bilecek? Kim kalkıp yalan bunlar diyebilecek? Yok mu böyle insanlar sanıyorsunuz sanal alemde? Bir dolu...

Bak, tamamen atıyorum tabi de ben mesela normalde küfür ederim sinirlenince. Tutuyorum kendimi sosyal platformlarda. Ciddi blogumda ve ff gibi, twitter gibi ortamlarda siktirsin yerine defolsun falan diyorum, sonra arkadaşlara gizli gizli sıçboksik diye direkt iletiler atıyorum rahatlamak için. Feyk miyim, evet bi anlamda. Zira ben de, oynuyorum aslında. Bu blog daha pek keşfedilmemiş olduğu için nispeten daha rahatım ama anonymous olsam yazacaklarımın binde birini yazamıyorum yine de. İçimdeki sanat aşkı, kendini ifade etme ihiyacı da kudurduğuyla kalıyor. Ne yapeceksin?

Neyse yani, demem odur ki böyle düşününce, hayatlarını olduğu gibi anlatan, kendilerini dizginlemeyen mahlaslı yazarlar hepimizden daha dürüst değil mi aslında? yani en azından olmadıkları birini oynamıyolar. Nesine feyk? Haa tut ki kafalarından atıp yazıyolar, eee? Yine de yalan yok, zira o zaman da fiction'a girer. Eh bu insanların da öyle bir hayalgüçleri varsa yine helali hoş olsun yahu. Aferin işte.

He yok ff'deki Hadise feykmiş. Amaaan olsun, ne olur. Ben mesela sevindim sansüresansür'e destek verdi diye, feyk o, sevinme dediler hemen. İyi de bana uyar her türlü. Gerçekse süper. Gerçek değilse de, alemle kafa bulmak için feyk Hadise hesabı açan biri, kalkıp da ciddi ciddi bir harekete destek veriyosa, duble super, çifte kaymaklı benim nazarımda.

Diyorum size... Kim gerçek ki şu sanal dünyada? Sahte bir dünyanın içinde gerçeklik aramak biraz safça geliyor bana. Takılmanıza bakın derim ben, kim ne istiyorsa da öyle yapsın. Feyk-gerçek, nikli- niksiz gibi salak saçma bi ayrım daha çıkarmayın başımıza, zaten yeterince var ülkede bin türlü ayrım, yalan mı?

Wednesday, May 20, 2009

Çamur atma ne olur!

Çamur faydalı bir şey şu hayatta.

Çünkü çamurdan çanak çömlek yapılır. Adına da seramik sanatı denir. Mesela tornada güzel küpler falan yapabilirsin. Çanak çömlek sevmiyom ben, daha ekspresif bir insanım dersen, buyur sanat yap, heykeller yap mesela, o da olur bak.

Taamen atıyorum, çamur banyosu da yapılabilir mesela ama genelde, banyo yapmaya elverişli çamurlar, içindeki kükürtten ötürü, bozuk yumurta kokar. Bu nedenle ben şahsen tercih etmem, banyomu sade alırım.

Sonra arabalar sıçratabilir çamuru. Sıçratılan kişi için hoş olmasa da, sıçratan bundan vahşi bir zevk alabilir.

Ne bileyim, başka ne faydası var çamurun... Hee, mesela deyim olarak kullanılabilir. Özellikle art direktörler siyah fon üzerine, ince beyaz yazı içeren gazete ilanlarına genelde tavır koyar ve "ya yok, çamur gibi olur bu baskıda" derler.

Erkekler için hoş bi aktiviti olan çamur güreşi var sonra. Bana iğrenç gelmekle birlikte zannederim bazıları için bir fantağzi unsuru çamurlara bulanıp, güleşen kadınlar. Ben erkek olsam çikolata filan tercih ederim doğrusu, ne de olsa en azından temiz ve yenebilir bişey. Neyse, yani zaten ne zaman anladım ki erkekleri bu konuda anliim.

Sonra taamen atıyorum, kız çocukları evcilik oynarken çamurdan köfte yapabilirler. yalnız suyunu az tutmakta fayda var, yoksa ızgara köfteye benzemez, dolma içi olur.

Uzun lafın kısası çamur faydalıdır, eğlencelidir. Ama limitasyonları vardır.

Çamurdan, taamen atıyorum, insan yapılamaz mesela.

O yüzden "Maymun muyuz la biz!" diyenlerin, çamur olduklarını gayet gönül rahatlığıyla kabul etmelerini kafam basmıyor. Sanki maymun kötü de, önerilen alternatif, üstün bir yaşam formu.



Ben şahsen maymun olmayı yeğlerim. En azından canlı bişey. Beyni filan var.

"I see no good reasons why the views given in this volume should shock the religious sensibilities of anyone." (Bu kitapta sunulan fikirlerin, herhangi birinin dini duyarlılıklarını zedelemesi için hiçbir sebep göremiyorum) --- Darwin, The origin of species önsözünden, sene 1869.

Evrim konusunda değilse de insanların hoşgörüsü konusunda yanılmış Darwin. Savunduğu evrim teorisi yüzünden Darwin'i bir kapağa koyamadılar, olsun, Ida kapak oldu ya.



Darwin'in 200. yılında, ne güzel bir doğum günü hediyesi!

Sunday, May 10, 2009

SansüreSansür Yay! Hareketi

Yay! Hareketi, adı üstünde, yaymaktan geliyor. Sanal ortamda, gerçek hayatta, elimizden geldiğince tepkimizi yaymak anlamını içeriyor.
Bu doğrultuda, elimizde çeşitli malzemelerimiz ve yönetmen arkadaşımız İlkay Kopan’ın çektiği videolarımız var. 11 Mayıs itibariyle, videolarımızı, manifestomuzla beraber bloglarımızda yayınlayarak, ortak bir mesaj vermeyi hedefliyoruz. Aynı gün, aynı mesajla ortaya atılarak kamuoyunun dikkatini çekmeyi amaçlıyoruz.
(Viral malzemelerin hepsine ulaşmak ve indirmek için tıklayın.)

SansüreSansür - 01 from adboy on Vimeo.


SansüreSansür - 02 from adboy on Vimeo.


Öte yandan, videolar ve banner’lar sanalda yayılırken, gerçek hayatta da boş durmuyoruz tabii ki. Tepkimizi internetten çıkarıp, dışarıda da göstermek için poster ve sticker gibi malzemelerimizden faydalanacağız. Amaç belli: Sansür, her yerde karşınıza çıkabilir. Malzemeler de bu doğrultuda hazırlandı, boşlukları malzemeyi kullandığınız yere göre yazabilirsiniz.

SansüreSansür - 03 from adboy on Vimeo.

SansüreSansür - 04 from adboy on Vimeo.


Örneğin, posteri bir restorana astınız, boşluğu “Bu restorana erişim engellenmiştir” şeklinde doldurabilirsiniz.Bu fikirden hareketle aklınıza yeni bir malzeme fikri gelirse, atış serbest. Neler mi olabilir? Tribünlerde “bu tribüne erişim engellenmiştir” pankartı açmak olabilir, yine mecrasına uygun mesajlarla amerikan servis, tişört, bardak altlığı, föy, stensil gibi daha pek çok şey olabilir, bundan sonrası hepimizin hayal gücüne kalıyor aslında.
Sizden tek isteğimiz, bu malzemeleri kullandığınızda ya da gerçek hayatta karşınıza çıktığında, hemen bir fotoğrafını çekip, nerede olduğu bilgisiyle birlikte bize göndermeniz. Hareketin ne kadar yayıldığını görmek ve fotoğraflarla sitemizde sergilemek istiyoruz.

SansüreSansür - 05 from adboy on Vimeo.


Kısıtlı sayıda malzeme elimizden bulunuyor. Bir süre için bize yazarak malzeme temin edebilirsiniz ya da doğrudan bu sayfadan indirip, kendiniz basabilirsiniz.

Tuesday, April 21, 2009

Her gün bir avuç TV iyi gelir!

Ahahaha, başlığa bakıp da eğer ki, "TV seyredenlerin azması" konulu bir yazı gelecek sandınızsa hemencecikten hayallerinizi yıkmak isterim. Zira değil, o bağlamda TV afrodizyak değil, olsa olsa notenkyudizyak olur. Hangi çift TV seyredip gaza gelmiş ki şu hayatta şaşarım. TV dediğin seni sıfır beyin ve vücüt aktivitisine bağlayan bi cihaz neticesinde.



Hem gaza gelecek olsalar da seçenek ne? Taamen atıyorum, hiç öpüşmeyen ve süreli melul melul bakışan Türk dizisi aşıkları mı, yemekteyiz'deki sekşuil ve sekşuil olmayan gerginlikler mi, var mısın yok musun'daki kutu açmalar mı? Düşündüm de komik aslında: "Ay ay ay kutu açıyo. Mavi çıktı. Benim de kutumu açsana Necdettt!"

Hahay kendi kendine eğlen kampanyam çerçevesinde kendi kendime eğlendim, evet.

Neyse, ben konuya döneyim, ya da daha doğrusu konuya bi geleyim. Deminden beri etrafında dönüp dönüp dağılıyorum ki bunu şu anda bile yapıyorum bence. Sus kızım kereviz, konuya gel. Geldim anne. Kendi kendime kişilik bölünmesi yaşadım bak. Kiminle yaşıycaktım ki kişilik bölünmesini zaten? Kendi kişiliğimle fıratın kişiliğini bölmem saçma olurdu. Ay suuus! Tamam. Bak gene...

Neyse efendicaazıma ne söyliim, şindi TV afrodizyak diyorum ama aslında kastettiğim obje olarak TV değil tabii. "ooo bebeğim, LCD'ye bak, şok seksiiii! En iyisi sevişelim" değil yani durum. Kastettiğim ve ısrarla varamadığım nokta, TV'da yer almanın insanlar üzerindeki afrodizyak etkisi.

Yani taamen atıyorum, 10 üzerinden 5 buçuk hadi bilemedin 6'lık bi kızımız olsun, bu kızımız gerçek hayatta uyuz erkekler tarafından "emeeen, 6 o ya geç, bak burda 6.25'lik var" diye geçiştirilecek, hakkı yenecektir. Oysa 6 da çok fena diildir, çirkin sayılmazsınızdır. Ama işte bu kızımızı TV'ye çıkarıp (sinema da olur illa TV demeyelim), zorttirik bir dizide oynatırsak, o 6,25'e tav olan adamlar bu kıza methiyeler düzmeye başlayacak, mutlaka beğenilecek, aşık olunacak bir yanını bulacaklardır. Güzel değilse farklı çekicilik, o değilse şirinlik, o değilse masumiyet, o değilse komşunun kızılık. Ulen hıyar, ne bakmadın o zaman bu kıza, bu kız senin komşunun kızıyken gerçekten?

Yok mu örnek etrafında fırat mesela sorarım sana! Vaaar... Tv'de bi dolu vasat insan, normalde dönüp bakmazsın bile belki,sokakta ondan yakışıklısı, güzeli gırla ama TV'de ya fanlar seksapelden ölücek. E, bu afrodizyak etki değil de ney?

Hayır yani, illa isim istiyosan onu da veririm bak. Al sana Tara Reid. Ne şimdi bu kız? Güzel mi? İyyy.... Veyahuuuut, al sana Gerard Depardieu. Tamam süper şahane bi oyuncu da allaaşkına yakışıklı diye gelmesin kimse bana. Ama geliyolar, gelen oldu yani. Hee daha sayarım ama saymak istemiyo canım. Türklerden de var misal, ama saymıcam adlarını, ne cevap hakkı doğurcam onlara be. Ama var. Sizi temin ederim firat, var!



Yani demem odur ki, evde kaldıysanız üzülmeyin. Çöpçatanlarla uğraşcağınıza, bir gidin bir şekil TV'ye çıkmaya bakın. Bi kapağı attıktan sonra sizi de seksi bulanlar, sizinle evlenmek isteyenler, size aşık olanlar çıkacaktır. Zira Tv'nin değil ama TV'de görünmenin bir afrodizyak etkisi mutlaka vardır.

Böyle yani. Böyle düşünüyorum ben. Taamen de atıyorum tabii.

Monday, March 30, 2009

Soooy un perdadoooooorrrrr!

Friend feed'e beni bulastırdın ya firat, alacağın olsun senin. Ömürümü yedi. Facebook meysbuk bakmaz oldum varsa yoksa ff. Hem sanal, hem gercek hayatim sekteye ugradi resmen! Yok onu like et, yok buna comment yaz, yok buna link ver. E noldu sonunda? FFholic sitesine gore en aktif 300. ff'ci olmusum. Iyi mi bu simdi? Hayır tabii ki.



Utanıyorum kardeşim bu kadar aktif, dinamik ve de heyecanlı olmaktan. Sanki biri baksa, kınayarak basını sallayacak ve taamen atıyorum "get e layf sista!" gibisinden bi şeyler soyleyecek ve bana bir bocek, bir lozir muamelesi yapilacak. Cunku o kadar aktif isem sanalda, bir yerlerde (misal gercek hayatta) daha az aktif olacagim da sağlikli bir varsayım diyebilir miyiz? Diyebiliriz bence, dedik bile. Tum bunlarin yanında ota boka atlayan, sazan da denecek, ay bi sus be kızım denecek, gercek hayattaki gevezenin sanal tezahuru mu oldum yarappim ben. Üüüü hele ki bu secim vesilesiyle, oyle cok konustum ki, topla toplayabilirsen.

Hayır yani, taamen atıyorum bir sure aktif olmamayi dusunuyorum mesela bazenleri. Elimi etegimi cekeyim, sadace blog yuklemesi yapayim, comment'lere bulasmayayim. Fakat sonra bu plani yapiyor olmanin icerdigi psikopatligi fark edip, irkiliyorum. Kime ne di mi? Ama yok sanki insanlar bakacak ve cık cık cık sesleri yankılanacak evlerde... Korkuyorum çok.

- Deniztan'ı gördün mü, 300. olmuş?
- Ne 300. mü? Yazıııık...
- Yaaa yaaa...
- Vah vah vah, ailesi ne kadar üzülüyordur kimbilir.
- Sorma...
- Hayır yani bi de çok eski de değil ff'de...
- Aaaa deme yahu!

Çok fena çok. FFholic yasaklansın kardeşim. Niye beni bu kadar rencide ediyonuz? Deliyim ben belki, ne biliyonuz ki. Hem kuul bi insanım ben gerçek hayatta, geveze diilim hayır. Bunlar asılsız ithamlar! Herkesin gizli bi şeyleri coşuyo sanalda, benim de içimdeki geveze coşuyo napiim.

Firat bi şey de şunlara, bana geveze demesinler. Hayır geek diilim ben! ühühühühü. Yaktın beni uleayyyn firattt!

Wednesday, February 11, 2009

Tilki tilki saat kaç?

Kafamda bin tilki var yahu. Gerçekten bak. Hepsi de tavuk peşinde, ortada tavuk yok. Kriz var çünkü, piyasadaki tavuklar azalmış, yetişemiyolar talebe. Bu tilkilerin %30'unu işten çıkarmayı düşünüyorum bak, demedi demeyin.

Hayır bi de tilkiler durup durup, tavuk bulamayınca mızmızlanıyolar kafamda. Yok efendim, bu niye boyleymis, şu niye oyleymis, bu niye boyle yapmis. Bi sittirin gidin be, beyin birakmadiniz kafamda.

Taamen atıyorum da neden insanlar kurmadan duramaz? Bi boş bırakmaya gelmez bunları, anında binbir senaryo yazılır. Her şey harikadır, asayiş berkemaldir, sonra hayal gücünün o gariiiip derinliklerinde uyuyan canavarlar (nami diger tilkiler) seni ele geçirmeye başlar. Bi salak söz, bi salak bakıştan o biçim fantastik senaryolar yazarsın. Neden ama? rahat dursana bi hayal gücü, deli mi sitti seni, yerinde duramıyon. Bu beyin denen nane, gri hücre falan değil, Monsters INC. mübarek.

Öf.

Söyleyin şunlara sussunlar.

Tuesday, January 13, 2009

Ayışığı sonatı

Çocuktum ben bi zamanlar. O zamanlar anneanne konsept olarak bana çok büyük, çok yaşlı bi şey gibi gelirdi. "Ananem yaşlı, ya ölürse" diye düşünür, korkardım bazen. Sonra kendi kendime "ohoo nerden baksan bi 10 sene, 15 sene daha yaşar, korkma" derdim. Meğer 10 sene dediğin ne kadar az bir zamanmış, ne çabuk geçiyormuş meğer.

Bugün 13 Ocak. Yani anneannemi kaybedişimin 2. yıldönümü... "10 sene daha benimle" diyişimin üzerinden belki 25 sene geçmiş....

Ah be anneannem...

Anneannem piyanistti benim, öğretmendi, sanatçıydı. Benim anneannem bilgisayarda 'tetriks' oynardı. Çağı yakalamayı bilirdi. Günde 2 paket Maltepe içerdi. Poker oynardı, kumarbazdı. Rusya'da büyümüştü. Benim anneannem gençliğinde Rusya'da paraşüt kulesinden atlamıştı. Benim anneannem bir dönem kadınları askere aldıklarında, askerlik yapmıştı. Küfürbazdı anneannem. Lazdı. Karadeniz kadınıydı. Türkçeyi aksanla, lazca ve rusça kelimelerle konuşurdu. Güzeldi. Tatlıydı. Deli gibi güzel peynir tava yapardı. "Ben briç oynamayı biliyorum da bir tek konuşmasını beceremiyorum" derdi. Komikti. Meraklıydı. Benim anneannem hayatı boyunca hiç durmadı, kimseden bir bardak su istemedi. Enerjikti anneanem. 65 yaşında dut ağacına çıkardı. Aşıktı. Dedeme gözleri parlayarak bakardı. Bana masal anlatırken uyuyakalırdı. Nevi şahsına münhasırdı. Benim anneannem benimdi.

Benim anneanem artık yok. 2 senedir fiziksel olarak yok. Ondan öncesinde de, hayatta her şeyi kendi başına yapan, o hayat dolu, o enerjik güzel kadın, "ben kalp krizinden öleyim, yatalak olmayayım" diye dualar eden canım, 5 senedir bitkisel hayatta, uyuyordu evimizde. Allahın belası parkinson.

Tam 7 senedir, bitanecik anneanneme sarılmadım. Zaman derler, her şeyi geçirir, düzeltir. Yok be kardeşim, 7 senedir onu düşünmediğim bir gün yok. Anneannemden bahsederken sesimin titremediği bir an yok. Eski fotoğraflara bakıp gözlerimin dolmadığı bir zaman yok. Özlem denen şey zamanla geçen bir şey değil ki anasını satayım, özlem zamanla doğru orantılı artıyor.

Hep detaylar var aklımda, o kadar net ki. Fotoğraf gibi karşımda gözlerimi kapatıp düşündüğüm zaman. Anneanemin kıvırıp elbisesinin koluna iliştirdiği mendili. Anneannemin makosen ayakkabıları. Evinin mutfağındaki yeşil emaye masa. Ankara'dan bizi ziyarete gelmelerinin sonrasında Varan otobüsüne bindirip el salladığım an. Anlattığı korkunç, kırmızı başlıklı kız hikayesi. Pembe geceliği. Kahverengi parlak gözleri. Kısacık saçları. Peynir tavası. Yassı kadayıfı. Aşuresi. Hatta aşurenin içine nardan düşen karıncalar. Hastalığı başladıktan sonra, henüz o derin uykuya dalmamışken hatta ondan çok kısa bir süre önce, bilinci kapalı şekilde hastaneye götürdüğümüzde, tam ümidi kesmek üzereyken, ertesi gün gözlerini açıp bize baktığı o an. O kısacık tek an.

İki senedir 30 yaş krizindeyim diye dolanıyorum etrafta. Yalan aslında. 30 yaş krizi değil, 2 senedir ananem yok benim. İnsanın anneannesinin ölmesi, bir dönüm noktası hayatta. Artık kimsenin torunu olamadığında, büyümek denen boktan nane kafana dank ediyor işte. 30 yaş hikaye...

Çocuk olmak güzel şey. Anneannen öldüğünde ediyorsun en büyük vedayı çocukluğuna.

İnançlı bir insan da değilim ki, tekrar göreceğime inananayım, tekrar sarılacağıma, tekrar öpeceğime. Tek avuntum, anneannem gibi bir kadının benim anneannem olması. Onu içimde taşıdıkça, beni ben yapan şeylerin hepsinde onun yanımda olduğunu hissetmem. Ben bugün böyle bir insansam, anneannem anneannem olduğu içindir diyebilmem. O zaman sanki daha kolay başa çıkıyorum yokluğuyla. O zaman sanki yokmuş gibi olmuyor, hala benimleymiş gibi hissediyorum. Ama bazen ne yapsam vuruyor, özlemek. Çok pis vuruyor.

Çok düşkündüm ben anneanneme. Çok. Karşılıklı düşkündük birbirimize. Hayatta en çok istediği benim çocuğumu görmekti, olmadı işte, geç kaldım.

Anneanneme bir kere demiştim ki: "Anane, ben adamlarla geçinemiyom, çocuk da istiyom napcaz, yapcam artık bi çocuk, olur mu?" Düşündü biraz dedi ki: "Tamam da deden bozulur biraz, gözleri görmüyo nasılsa, bi arkadaşını getirir tanıştırırsın kocam diye, hallederiz." Böyle de cingözdü işte benim anneannem.

Peki ama tamamen atıyorum da ne olurdu, yapsaydım hakikaten o dediğimi, çocuğum olsaydı, tanısaydı o da o güzel kadını? Nolurdu, zaman donup kalsaydı? Tamamen atıyorum, Ankara'daki evde dursaydı? Kuğulu Park'a götürseydi anneannem beni elimden tutup... Tamamen atıyorum, gençliğinin Rusya'sına gidebilseydik beraber, hep istediği gibi? Görebilseydi büyüdüğü evi? İnterneti ilk anlattığımızda demişti ki: "Acaba, mesela dünyanın bir ucundaki bi resitali ben burdan canlı izleyebilir miyim bu internet ile?" Yok demiştik biz, nereden bilirdik, kadının bu kadar öngörüşlü olduğunu, gerçekten bir gün bu dediğinin olabileceğini? Nolurdu görseydi bugünleri, Mozart çalan küçük Japon veletleri izletseydik ona Youtube'dan?

Tamamen atıyorum ama nolurdu, gerçekten nolurdu benim ananem ölmeseydi?

Bugün 13 Ocak. Bugün anneannemi kaybedişimin 2. yılı.

Ah be ananem. Sensiz ne yalnızım.

Anneannem, annem, ben... Mersin, yaz '99.

Tuesday, January 6, 2009

Feysbuk sorunsalı veya kişinin status durumları

"Thomas Khomas is çok kötü"
6 Comment:
'A neyin var canım?' (Daha önce ne bir mesaj atardı bu, ne de herhangi bir telefon muhabbbeti)
'Geçmiş olsun, hastamısın yoksa?' (Hem soru ekini ayırmıyor, hem de ne olduğu hakkında düz bir mantık yürütmüş kendileri.)
'Kuşum nooldooo?' (Hah, en hazetmediğim yorumlardan biri. Bunlardan genelde uzak durmalı!)

Neyse bu 3 yorumda keselim, yoksa yavaştan sinir katsayım tavan yapacak. Böyle bir başlangıç yapmamın sebeplerini biliyorsun tabii ki Deniz'ciğim. Feysbukk geldi geleli ortaya çıkan bu yapay, ne idügü belirsiz insaniyet belirtileri veya arkadaş canlısı, hafif kedi misali yavşama örnekleri yüzünden son zamanlarda pek bir tiksinir oldum feysbuktan. Yani taamen atıyorum, feysbuktan çıktım diyelim, acaba hayatımdan ne eksilir? Cevabı da hazır aslında, hiçbir şey.
Yani yine taamen atıcam, hayatımdan blogum çıksa, elmamaltımşiftimi kapatıp gitsem inan çok üzülürüm. Ama bu feysbuk öyle mi? Çıkar hayatından bakalım neler olacak?
O zaman şöyle yapalım ve feysbuktan tamamen gittikten sonrak neler olur ona bakalım bi.

Ama öncesinde şunları söylemek istiyorum çünkü bu kadar büyük bir değişimin nedenlerini irdelememiz lazım.
Vaktinde, henüz internete yeni başlamışken, mirc, icq gibi programlar vardı hatırlarsan. Oralarda bambaşka nicklerle, kendimden umulmayacak cümlelerle insanlarla konuşur, onları her daim tavlardım. Yani taamen atıyorum, eğer kendi isimle chat yapıyor olsaydım inan bu kadar ilgi çekeceğimi sanmıyorum. Velev ki bir gün yaptım bile. Ama etkisi sıfır olduğundan hemen diğer muhteşem, içinde entelektüel parçacıklar barındıran nicklerimle ortalığı kasıp kavurmaya başladım. Hatta insanlarla falan da tanıştım bayağı, ama sonra ne olduysa bir daha görüşmedik. Dediğin gibi sanal alem yalan alemmiş. Gerçekte görüştüklerimin şu an isimlerini sorsan inan bi şey hatırlamam.

Neyse, sadede gelicek olursak eğer, vakti zamanında insanların tüm kimliklerini saklayıp, kendileri hakkında özel bir şeyler söylemeyip, tamamen farklı davrandığı beş yıl öncesinden günümüze olan bu değişikliği anlamlandıramıyorum. Yani taamen atıyorum, feysbukta insanlar ya tuvalette sçarkenki fotoğraflarını da koymaya başlasalar nolcak o zaman? Tamam sonuçta bana giren çıkan yok, benimkisi sadece merak. Yani yaşantılarının her türlü anlarını, dakikalarını, özel olan ne varsa (evlilik fotoları, doğumgünü, eğlenceler, çocuklarının fotoğrafarı vs.) koyan bu insanlar özel hayatlarını bu kadar ifşa etmeye ne zaman karar verdi?

Sırf bu değil tabii ki;
Hiç görüşmediğin, görmediğin, seni aramayan insanları düşün bir de. Yani bir fotoğraf koyuyorsun ve akabinde bu insanlardan yorumlar gelmeye başlıyor. 'Ay çok tatlısın' 'Şeker görüşelim ya, hiç aramoosun!", "A burası hani zobarak yaptığımız yer diil mi?" vs vs. Feysbuk sosyalliği de nereye kadar kardeşim?? Sen beni hiç arama sorma, sonra herkesin gördüğü fotoğraflara yorum yaz ki insanlar onunla arkadaş olduğunu anlasın. Valla taamen atıyorum, deseler 'olm alem göt olmuş" diye inanmazdım, ama gerçekten de sanal alem bi'garip alem olmuş.

Peki şuna ne dersin Denizcim? Senin ne bok yediğini görmek için senin arkadaşlarını ekleyenler vardır muhakkak. Öyle değil mi? Valla benim vardı öyle bildiğim kadarıyla. Benim arkadaşımı ekleyip, neler yaptığımı görmek için ekleyenlerden tut, listemdeki kızların fotolarını görmek için cebelleşenlere kadar bir dolu mal var etrafta. Neyse ki bunlara izin vermemek için gerekli önlemleri aldım ki, millet kişisel mastürbasyonunu yaapamıyor böylelikle.
Bir de kişinin o hangi ruh halini gösteren 'status' mesajları! Valla kusura bakma Denizcim ama gerçekten en kıl olduğum mesajlardır bunlar. Bunlar arada İngilizce olur ki tadından yenmez.

Bir de tabii ki, gerçek hayatta yüzüne söyleyemediklerini mesaj yoluyla söyleyenler vardır. Yani sonuçta karşılıkla konuşunca sana söylemediklerini (çünkü götü yemez) mesaj yoluyla anlatmaya çalışanlar. Eskiden mail vardı şimdi feysbuk. Daha pratik çünkü. Bir de hiçbir şey söylemeden seni bloklayanlar. Bunlar tam bir psikopattır bence. Blokladın da noldu tarraamm? demek geliyor insanın içinden. Sonuçta ben seni gerçek alemde görmeyecek miyim? Görcem. Ee o zaman?
Ha bak aklıma geldi şimdi. Geçen seneydi, eski arkadaşlarımdan biri, (sonra kötü mü ne olmuştuk bununla eften püften sebep yüzünden) kavfa ettikten sonra beni blokladı tabi hemen:) Sonra status mesajı yazmış 'fırat diye bir arkadaşım yok benim bla bla' diye. İnsan sormadan edemiyor: Biz senle sanal arkadaş mıyız kardeşim?? Adam gibi çıkıp karşıma konuşsana!

Velhasıl kelam, feysbuk gibi yerleri pek kaale almamak lazım. Yani taamen atıyorum, feysbuk kapansa, işte erişim yasaklansa falan inan ne kampanya yaparım ne bi şi. Çünkü tamamen gereksiz, insana fotoğraf albümü bakma alışkanlığı kazandırmak dışında bi şey vermeyen saçmasapan bir site.

Peki niye mi hala ordayım? Ne bilim? Alışkanlık işte. Sigara içmek gibi bir şey. Mouse tiryakiliği sadece.

Friday, January 2, 2009

yılbaşı raporu

Efenim, 2009'a da girdik, bir badireyi daha atlattik. simdi bi de sevgililer gunu'nu atlattik mi, rahatiz bi sure. sonra uzunca bi sure bi sey yok. 23 nisan, 19 mayis falan o kadar germez beni misal.

simdi efenim, seneye nasil girersen oyle gecermis diyorlar. ben aldigim ickilerin neticesiyle seneye uyuyarak girmis bulunuyorum. bu durumda 2009'da da uyuyacagim sanirim. aman ne degisik. hayir yani taamen atiyorum, bi kere de soyle transa gecmis halde senaryo yazarken falan girsem de bi boka yarasa. bari uretken bir yil gecirirdim, hep uyumak hep uyumak... nereye kadar?

yılbasi gecesine takribi 3 hafta kala bunalima girdim ben sahsen. ne yapacagim yareppim, ne yapacagim, yoksa yalniz mi girecegim diye kendimi paraladim. cevremdeki herkes mutlu mesut, sevgilileriyle planlar yapiyordu. benim ise 3 gun oncesine kadar bi planim bile yoktu. iste o zaman, sevgilinin faidelerini bi kere daha anlamis bulundum. hmm dedim, sevgili denen cisim istese de istemese de yilbasinda seninle olmakla, seni eglendirmekle yukumlu bi varlik, ne hos ve de pratik. hmm dedim. bu sevgili olayi iyiymis, bir ara ben de deneyeyeyim. ama tabii 3 gun icinde kimse ile sevgililik mertebesine erisemedigimden, yilbasina arkadasin evinde girdik. neyse ki bana acidi da davet etti. sonra da dedigim gibi alkol alercisi oldum ve uyukladim. püüü. git bi bisey yap, bi gobek at en azindan salaaah.

efendicaamiza ne soyliim, bir de soyle bir gozlemim oldu ki, yilbasinda herkes once mutlu olmakla mukellef ve fakat sonrasinda hep gerginlik cikiyo. cevreme bakip da kavga eden sevgilileri gorunce, hmmm dedim belki de o kadar iyi bi sey diil. misal ben en kotu ihtimal kendimlen kavga edebiliyom. hıhı evet.

biz baska neler mi yaptik? sessiz sinema oynadik mesela. firatcim cok beceriksiz cikti. bu arada, karsi ekibi iptal etmek icin onerecegim filmler var sizlere. soyle ki: mufreze, kinali yapıncak, gırgırıye de senlik var, yetimhane. evet... cok kazık sorarım ben sessiz sinemada. boyle de bi insanım, korkun benden. ha bi de karsi ekip annatamam diye bana iffet'i sordu, ulan iffet'i anlatmakta ne var, bi sahneye bakar, ki hemencecik o araba sahnesini canlandirdim. hahay kaçın kurrasıyım ben firat, kaçııın?

sonra adriyana lima dediler. bi dansoz bilem goremedik. buna uzgunum. dansozleri severim.ayrica tombala da oynayamadık. buna da baya sarsildim. aslinda tombala cok salak bi oyun, niye sarsildimsa. taamen atiyorum bi tabu cok daha efektif eglendiricilik bakimindan. gerci onu da oynamadik, cunku yoktu.neyse ki kırmızı don eksik kalmadı. neyse ki.

bi de piyango ciksaydı tam olcaktı. ama biletim yoktu, çıksa da haberim olmazdı. hı? ne dedim ben?

netce itibariyle, eglendik yilbasinda.

2008 hos bi sene degildi. 2009 da su ana kadar cok carpici degil. neyse bi sans daha vereyim bakalim. belki degisir.