Tuesday, January 13, 2009

Ayışığı sonatı

Çocuktum ben bi zamanlar. O zamanlar anneanne konsept olarak bana çok büyük, çok yaşlı bi şey gibi gelirdi. "Ananem yaşlı, ya ölürse" diye düşünür, korkardım bazen. Sonra kendi kendime "ohoo nerden baksan bi 10 sene, 15 sene daha yaşar, korkma" derdim. Meğer 10 sene dediğin ne kadar az bir zamanmış, ne çabuk geçiyormuş meğer.

Bugün 13 Ocak. Yani anneannemi kaybedişimin 2. yıldönümü... "10 sene daha benimle" diyişimin üzerinden belki 25 sene geçmiş....

Ah be anneannem...

Anneannem piyanistti benim, öğretmendi, sanatçıydı. Benim anneannem bilgisayarda 'tetriks' oynardı. Çağı yakalamayı bilirdi. Günde 2 paket Maltepe içerdi. Poker oynardı, kumarbazdı. Rusya'da büyümüştü. Benim anneannem gençliğinde Rusya'da paraşüt kulesinden atlamıştı. Benim anneannem bir dönem kadınları askere aldıklarında, askerlik yapmıştı. Küfürbazdı anneannem. Lazdı. Karadeniz kadınıydı. Türkçeyi aksanla, lazca ve rusça kelimelerle konuşurdu. Güzeldi. Tatlıydı. Deli gibi güzel peynir tava yapardı. "Ben briç oynamayı biliyorum da bir tek konuşmasını beceremiyorum" derdi. Komikti. Meraklıydı. Benim anneannem hayatı boyunca hiç durmadı, kimseden bir bardak su istemedi. Enerjikti anneanem. 65 yaşında dut ağacına çıkardı. Aşıktı. Dedeme gözleri parlayarak bakardı. Bana masal anlatırken uyuyakalırdı. Nevi şahsına münhasırdı. Benim anneannem benimdi.

Benim anneanem artık yok. 2 senedir fiziksel olarak yok. Ondan öncesinde de, hayatta her şeyi kendi başına yapan, o hayat dolu, o enerjik güzel kadın, "ben kalp krizinden öleyim, yatalak olmayayım" diye dualar eden canım, 5 senedir bitkisel hayatta, uyuyordu evimizde. Allahın belası parkinson.

Tam 7 senedir, bitanecik anneanneme sarılmadım. Zaman derler, her şeyi geçirir, düzeltir. Yok be kardeşim, 7 senedir onu düşünmediğim bir gün yok. Anneannemden bahsederken sesimin titremediği bir an yok. Eski fotoğraflara bakıp gözlerimin dolmadığı bir zaman yok. Özlem denen şey zamanla geçen bir şey değil ki anasını satayım, özlem zamanla doğru orantılı artıyor.

Hep detaylar var aklımda, o kadar net ki. Fotoğraf gibi karşımda gözlerimi kapatıp düşündüğüm zaman. Anneanemin kıvırıp elbisesinin koluna iliştirdiği mendili. Anneannemin makosen ayakkabıları. Evinin mutfağındaki yeşil emaye masa. Ankara'dan bizi ziyarete gelmelerinin sonrasında Varan otobüsüne bindirip el salladığım an. Anlattığı korkunç, kırmızı başlıklı kız hikayesi. Pembe geceliği. Kahverengi parlak gözleri. Kısacık saçları. Peynir tavası. Yassı kadayıfı. Aşuresi. Hatta aşurenin içine nardan düşen karıncalar. Hastalığı başladıktan sonra, henüz o derin uykuya dalmamışken hatta ondan çok kısa bir süre önce, bilinci kapalı şekilde hastaneye götürdüğümüzde, tam ümidi kesmek üzereyken, ertesi gün gözlerini açıp bize baktığı o an. O kısacık tek an.

İki senedir 30 yaş krizindeyim diye dolanıyorum etrafta. Yalan aslında. 30 yaş krizi değil, 2 senedir ananem yok benim. İnsanın anneannesinin ölmesi, bir dönüm noktası hayatta. Artık kimsenin torunu olamadığında, büyümek denen boktan nane kafana dank ediyor işte. 30 yaş hikaye...

Çocuk olmak güzel şey. Anneannen öldüğünde ediyorsun en büyük vedayı çocukluğuna.

İnançlı bir insan da değilim ki, tekrar göreceğime inananayım, tekrar sarılacağıma, tekrar öpeceğime. Tek avuntum, anneannem gibi bir kadının benim anneannem olması. Onu içimde taşıdıkça, beni ben yapan şeylerin hepsinde onun yanımda olduğunu hissetmem. Ben bugün böyle bir insansam, anneannem anneannem olduğu içindir diyebilmem. O zaman sanki daha kolay başa çıkıyorum yokluğuyla. O zaman sanki yokmuş gibi olmuyor, hala benimleymiş gibi hissediyorum. Ama bazen ne yapsam vuruyor, özlemek. Çok pis vuruyor.

Çok düşkündüm ben anneanneme. Çok. Karşılıklı düşkündük birbirimize. Hayatta en çok istediği benim çocuğumu görmekti, olmadı işte, geç kaldım.

Anneanneme bir kere demiştim ki: "Anane, ben adamlarla geçinemiyom, çocuk da istiyom napcaz, yapcam artık bi çocuk, olur mu?" Düşündü biraz dedi ki: "Tamam da deden bozulur biraz, gözleri görmüyo nasılsa, bi arkadaşını getirir tanıştırırsın kocam diye, hallederiz." Böyle de cingözdü işte benim anneannem.

Peki ama tamamen atıyorum da ne olurdu, yapsaydım hakikaten o dediğimi, çocuğum olsaydı, tanısaydı o da o güzel kadını? Nolurdu, zaman donup kalsaydı? Tamamen atıyorum, Ankara'daki evde dursaydı? Kuğulu Park'a götürseydi anneannem beni elimden tutup... Tamamen atıyorum, gençliğinin Rusya'sına gidebilseydik beraber, hep istediği gibi? Görebilseydi büyüdüğü evi? İnterneti ilk anlattığımızda demişti ki: "Acaba, mesela dünyanın bir ucundaki bi resitali ben burdan canlı izleyebilir miyim bu internet ile?" Yok demiştik biz, nereden bilirdik, kadının bu kadar öngörüşlü olduğunu, gerçekten bir gün bu dediğinin olabileceğini? Nolurdu görseydi bugünleri, Mozart çalan küçük Japon veletleri izletseydik ona Youtube'dan?

Tamamen atıyorum ama nolurdu, gerçekten nolurdu benim ananem ölmeseydi?

Bugün 13 Ocak. Bugün anneannemi kaybedişimin 2. yılı.

Ah be ananem. Sensiz ne yalnızım.

Anneannem, annem, ben... Mersin, yaz '99.

No comments: